Ermeni Meselesi ve Tehcirin Perde Arkası
- Ayaklanmalar Serisi
- 3 May 2024
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 May 2024
Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzyıllar boyunca sadık milleti olarak bilinen Ermeniler, (millet-i sadıka) nasıl oldu da zaman içinde devletin baş düşmanlarından biri haline geldi? Soykırım iddialarının aslı nedir? İşte bu tarihi dönüşümün perde arkasını ve tehcirin gerçek yüzünü aralayan derin bir inceleme...
DÖNEMİN KONJONKTÜRÜ
19. Yüzyıl başlarında ortaya çıkan milliyetçilik akımları, başta Osmanlı olmak üzere, çok uluslu devletler için büyük bir sorun teşkil etmekteydi. İngiltere, Rusya ve Fransa başta olmak üzere dönemin güçlü devletleri, Fransız ihtilalinin güçlü etkisinde bulunulan ortamı fırsat bilerek, azınlıkları kışkırtıp çok uluslu devletlerin zayıflamasını hedeflemekte bu bağlamda propaganda faaliyetleri yürütmekteydiler. Bu faaliyetlerin tezahürü olarak, Osmanlı’dan azınlıklar isyan ederek ayrılmaya başlamış, bazı milletler özerklik ilan ederken bazı azınlıklar da yeni devlet kurmuşlardır. Ermeni meselesi de 1877-78 Rus Harbi ile patlak vermiştir. Cephede ağır bir yenilgi alan Osmanlı İmparatorluğu, Ayastefanos Antlaşması imzalamış, bu antlaşmanın 16. Maddesi ile RUS GARANTÖRLÜĞÜNDE Ermeni azınlıklara ilişkin ıslahatların yapılmasına karar verilmiştir. Rusya’nın amacı Ermenileri yanına çekerek, Karadeniz kıyılarında sınırlarını genişletmek ve bölgenin tek hakimi olmaktır. Bunun dolaylı sonucu olarak Boğazlar ve Karadeniz’deki gücünü de artıracaktır.

Rusların bu denli güçlenmesine müsaade etmek istemeyen Avrupalı devletler, Britanya Öncülüğünde Berlin kongresi düzenleyerek antlaşma şartlarını görüştü ve Rusya’nın garantörülüğü kabul edilmedi. Antlaşma neticesinde, başkaca ülkelerin de katılmasıyla ortak bir garantörlük öngörüldü. Bu sayede Rusların, bölgede özgürce hareket etmesi engellenmişti. Avrupalı devletler, azınlık haklarının savunucusu gömleğini üzerine geçirmiş, gerektiğinde diasporaların desteğinin alınmasına ortam hazırlamıştır.
ERMENİ KOMİTALARININ KURULMASI VE İSYANLAR
İngiliz stratejilerinin devamı olarak, propoganda faaliyetleri genişlemiş, Ermeni kiliselerinin bağımsızlık söylemleri keskinleşmiş ve bu doğrultuda 1887 İsviçre Cenevre’de Hınçak, 1890’da Tiflis’te Taşnak komiteleri kurulmuştur. Britanya ve Fransa destekli kurulan bu komitelerin amacı, Ermeni’leri örgütleyerek büyük Ermenistan devletini kurdurmaktır. Zamanla komite faaliyetleri tüm ülkeye yayılmış ve imparatorluğun çeşitli yerlerinde isyanlar baş göstermeye başlamıştır.
Bu isyanlardan bazıları şunlardır:
25 Ekim 1895 -> Bitlis'teki bir Cuma namazı çıkışında, Ermeni komitacılar tarafından saldırı düzenlendi.
30 Ekim 1895 -> Ermeni komitacılar Erzurum Vilayet Konağı'nı bastılar ve jandarma erleri öldürdüler.
26 Ağustos 1896 -> Ermeni komitacılar İstanbul Galata’da Osmanlı Bankası Binasını bastı ve memurları rehin aldı.
21 Temmuz 1905 -> Yıldız Suikast teşebbüsü, Sultan II. Abdülhamit'e Cuma selamlığından çıktıktan sonra bomba yüklü araç ile suikast girişiminde bulunuldu. Patlama neticesinde Sultan zarar görmezken, civarda bulunan 26 vatandaş öldü.
Bu olaylara ek olarak Erzurum, Zeytun, Bitlis, Yozgat gibi şehirlerde ufak çaplı Ermeni isyanları baş göstermiştir. Ancak 1909 yılındaki isyan bunların en kanlısıdır.
1909 - Adana Olayları
Hınçak ve Taşnak komitelerinin, en iyi örgütlendikleri illerden olan Adana, Ermenilerin gözünde; yerel yöneticilerin güçsüzlüğü, Kilikya’nın Ermeniler için önemli bir bölge olması ve bölgede silahlanma olanaklarının elverişli olması sebepleriyle isyan için ideal bir güzergahtı. Ayrıca 31 Mart İsyanı henüz patlak vermiş, ve İttihat ve Terakki hükumetinin başka bir isyanla uğraşması isyan düşüncesini tetiklemiştir. Bu sebeplerle bölgedeki tansiyonu artırmak isteyen komitacılar, 31 Mart vakasının haberini alır almaz bölgede ayaklanma çıkarmış, Ermeni bir vatandaş tarafından 2 müslümanın öldürülmesi şehri karıştırmıştır.
Adana merkezinde Ermeniler ile müslümanlar arasında çatışmalar şiddetli bir şekilde devam etmiş bunun neticesinde günümüz Adana - Merkez bölgesinin 3/5’i harabeye dönmüştür. Olaylar Tarsus, Antakya gibi yerlere de sıçramış, şehirlerde yangınlar çıkmış ve karışıklık artarak devam etmiştir. Bölgeye, Gelibolu ve 2. Ordu’dan isyanı yatıştırmak için acil takviye yapılması kararı alınmış, ve çevre taburlar şehre sevk edilmiştir. Gerek müslümanların gerekse Ermenilerin silahlarına el konulmuş, yeni karakollar kurulmuş ve bölgede sükunet sağlanmıştır.
Olayların sonrasında yaklaşık 2000 Türk ve 1500 Ermeni vatandaşın öldüğü Osmanlı arşivlerinden anlaşılmaktadır. Bazı Ermeni kaynaklara göre ise 30.000 Ermeni ölmüş gibi algı çalışması yapılsa da bu çalışmalar pek gerçekçi değildir. Zira, 1906 nüfus sayımına göre Adana’da 50.300 Ermeni vatandaşı yaşamaktayken, 1914 yılında yapılan nüfus sayımında ise nüfus 52.650’dür.
SARIKAMIŞ FACİASI VE VAN İSYANI

22 Aralık 1914… Sarıkamış... Enver Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, Rusların sınırı geçmesinden rahatsız olmuş ve karşı akına geçmişlerdir. Enver Paşa, bölgedeki Ermenilerin de orduya destek vermesini talep etmiş, Rusya’daki Ermenilerin de desteğini istemiş ve bu sayede Osmanlı’nın sınırlarını genişleteceğini öngörerek Sarıkamış Harekatını planlamıştır. Ancak bunun tam aksi, Ermeniler gönüllü olarak Rus tarafında savaşmış ve stratejik savaş hatalarının da yapıldığı cephede ağır bir yenilgi alınmıştır.
Akabinde, İtilaf devletleri tarafından 1915 Nisan ortalarında Ermenilerden bir isyan başlatılması istenmiş ve desteklenmiştir. Bu doğrultuda, 19 Nisan 1915 tarihinde Van’da başlayan isyana, Rusların da destek vermesiyle Osmanlı Ordusu Van’dan çekilmek zorunda kalmıştır.
Verjine Svazlian isimli Ermeni yazar, “Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza” adlı kitabında, Sirak Manasyan adlı Ermeni’nin hatıratlarına yer vermiş, Van’daki Türk askerlerini nasıl pusuya düşürerek
öldürdüklerini “gururla” şu ifadelerle anlatmıştır:
“Dürbünle seyreden Van kahramanları başladı ateş etmeye. Askerlerden bazıları yere yığıldı, bazıları da kaçtı ve biz kurtulduk. Van’a girdik… Van’da bizi okul binasına yerleştirdiler. Her sabah Van’ın nefesli çalgılar bandosu müzik çalarak dolaşıyordu, çocukla da arkasından. Zaten Van savunması başlamıştı. Bir Ermeni dedi ki: Çocuklar, gidin mermi toplayıp getirin ki yenilerini yapsınlar. Biz gidip mermi topladık ve getirip atölyeye teslim ettik… Bizimkiler saldırarak, sadece osmanlı askerini imha etmekle kalmayıp, top, mermi v.s gibi büyük bir cephane de ele geçirdiler. 6 Mayıs günü Van Kalesi üzerinde Ermenistan bayrağı dalgalandı. Vaspuraganlılar Rus birliklerini ve Antronik Paşa komutasındaki Ermeni gönüllülerini büyük sevgi gösterileriyle karşıladılar.”
Bu isyandan yalnızca bir hafta sonra 25 Nisan 1915’te Gelibolu çıkartması olmuş ve Çanakkale savaşı başlamıştır.
ERMENİ "AYDIN" TUTUKLAMALARI - 24 Nisan 1915

Sarıkamış harekatındaki Ermeni ihaneti, hükumet kanadında bardakları taşırmıştı.19 Nisan 1915’te başlayan Van isyanı, hükumeti tedbirler almaya mecbur bırakmıştı. Bu bağlamda 24 Nisan 1915 tarihinde yayımlanan Genelge ile Ermeni komite merkezlerini kapatılmış ve örgütün yönetici kadrosunda olduğu tespit edilen isimler tutuklanmıştır. Genelge kapsamında, İstanbul’da 235 örgüt mensubu tutuklanmıştır. O dönem İstanbul’da yaşayan Ermeni sayısının yaklaşık 80.000 olduğunu belirtmekte fayda var. Zira rakamlar bize göstermektedir ki, Tutuklamalar, Ermenilerin geneline yönelik Etnik bir hareketten ziyade, isyancı örgüt mensuplarının ülke güvenliğini tehdit eden hareketlerine yönelik bir yaptırımdır.
Yukarıda Kapsamlıca bahsedildiği üzere “Ermeni Aydınlarının Tutuklanması” , 1. Dünya Savaşı’nın zorlu atmosferinde, Osmanlı’nın iç güvenliği için elzemdir, hatta geç kalınmış önlemlerdir. Dünya kamuoyunda 24 Nisan 1915 olan bu genelge tarihi “Ermeni Soykırımı” tarihi olarak kabul edilse de, bu ikrar eşyanın tabiatına aykırıdır.
TEHCİR KANUNU

Genelge ile alınan bu önlemlerin, kapsamlı ve detaylı yasal düzenlemesi 27 Mayıs tarihinde çıkarılan, Geçici Sevk ve İskân Kanunu (Tehcir Kanunu) ile yapılmıştır. Kanun, devlet genelinde değil, özellikle askeri varlığın az olduğu Anadolu topraklarında uygulanmak üzere çıkartılmıştır.
Kanun lafzından anlaşılan tehcir gerekçelerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
Ermenilerin silahlanarak ayaklanmaya hazırlanmaları,
Ermenilerin Düşman devletlere yardım etmeleri,
1. Dünya Savaşında pekçok cephede savaşan Osmanlı’nın iç isyanlarla uğraşacak gerek maddi gerekse askeri gücünün olmayışı,
Hem Müslüman, hem Ermeni vatandaşların huzur ve güvenliği.
Önemle belirtmek gerekir ki tehcir kanunu, Ermeni mallarının kayıt altında tutularak iaşe garantisini de içermektedir. ( Bu hususta; Her ne kadar, Kafkas ve Balkanlardan ülkeye dönmek zorunda bırakılan vatandaşlar, Ermenilerin tehcirinden sonra boşalan bölgelere yerleştirilmiş, ve bu durum içinden çıkılması oldukça güç hukuki olaylara yol açmışsa da, Osmanlı Devleti ve sonrası dönemde Türkiye Cumhuriyeti, malların veya bedellerinin iadesi için gereken hassasiyeti göstermeye çalışmıştır. Somut durumun güçlüğü bunu bazı hallerde imkânsız kılmış ise de, Ermeni vatandaşların hakları, vaziyet mümkün kıldığı ölçüde korunmuştur.)

Tehcir kanununun gerekli olduğu hususu, dönemin konjonktürü değerlendirildiğinde su götürmez bir gerçektir. Hak verilebilecek bazı eleştiriler; yerel yöneticilere, sıkıntı oluşturabilecek Ermeni vatandaşları hakkında tehcir etme yetkisinin verilmesi. Bu yetki zaman zaman kötü niyetle kullanılmış, masum ve isyancılarla aynı safta yer almayacak Ermeni’ler de tehcir edilmiştir. Yani Kurunun yanında yaş da yanmıştır. Ancak dönemin kaotik yapısında bunun denetlenmesi, hayatın olağan akışına aykırıdır.
ERMENİ KAYNAKLARINDA TEHCİR

Sivas’tan göç ettirilen Aram Guréghian isimli Ermeni vatandaşının hatıratlarında (a.g.e. My Father's Destiny); Sivas’ta Murat isimli bir Ermeni öncülüğünde örgütlenme faaliyetlerinin olduğu, bu doğrultuda ayaklanmaya katılanlar olduğu hatta amcası Serop’un da bu amaçla dağa çıktığı aktarılmıştır.
Aram’a göre tehcir ettirilen kafileleri korumak maksadıyla jandarma kuvvetleri görevlendirilmiştir. Kafile Sivas’tan ayrılırken, Kürt Eşkiyalar yağma ve talan amacıyla saldırmış, jandarma güçleri silahlı çatışma dahil her türlü müdahale ile kafileyi korumaya çalışmıştır. Kürt ve Arap haydutları bazı Ermeni vatandaş ve çocukları öldürmüş, çatışma sırasında jandarmaların da öldüğünü aktarmıştır.
Bir başka zorunlu iskân ettirilen kişi, Viktoryan Çorbacıyan; Samsun’dan tehcir ettirilmiştir. Ailesinin zararsız olduğu düşüncesiyle, Samsun mutasarrıfı Süleyman Necmi Bey(sonradan Sivas Valisi de olmuştur) aileye sahip çıkmış, Sivas’ta kendilerine ev de tahsis ederek, mütareke dönemine kadar bölgede kalmalarına göz yumulmuştur. Buna benzer pek çok masum, zararsız Ermeni ailesi; Osmanlı yerel yöneticileri tarafından korunmuş ve sahip çıkılmıştır.

İstanbul Ermeni’lerinden Erşavir Şıracıyan, Legacy adıyla yayımladığı hatıratlarında, Taşnak komitasının suikastçılarından biri olarak yaptığı katliamlardan övünçle bahsetmiştir. Şıracıyan’a göre Taşnak komitesi, Osmanlı güvenlik güçlerine karşı örgütlenme, silahlanma gibi hazırlıklar yapmaktaydı.Şıracıyan, Cemiyete silah sağlamada yardımcı olduğunda 15 yaşlarında olduğunu ve bu yaşlardaki birçok çocuğun da cemiyet görevlerinde yer aldığını aktarmıştır. Bu alıntılar da Tehcirin ne kadar haklı gerekçelerle yapıldığının bir başka kanıtıdır. Çanakkale Savaşı’ndaki İngiliz çıkartmasını ise şu sözlerle anlatmıştır:
“Sevinç ve Coşku içinde geçen saatlerimiz de oldu diyebilirim. 1915 yılı. Başlarında İtilaf Devletleri Çanakkale’yi bombalayarak bazı kesimlerini işgal ettiler. Onlar bizim için medeniyeti ve Batı Avrupa değerlerini temsil etmekteydiler. O zaman ne güzel günlerdi.”
Şıracıyan’ın hatıratlarında bahsedilmesi gereken başka önemli husus ise, Şıracıyan’ın evinde, kayıtsız ve izinsiz bir şekilde pek çok örgüt üyesi kalmış ve İstanbul’da beraber isyan hazırlıkları planlamışlardır. Kendisi evinde kalan bu örgüt mensuplarına, “tavan arası ordusu” lakabını takmıştır.

Tehcir Edilen Adana Ermeni’lerinden Menuel Kırkyaşaryan hatıratlarında, pek çok Ermeni’nin Kıbrıs’a giderek, Kıbrıs kampında Fransızlar tarafından eğitilip, Filistin cephesinde Osmanlı’ya karşı savaştıklarını anlatır. Ayrıca Adana bölgesindeki başka Ermeni vatandaşlar da, gönüllü olarak İngiliz ve Fransız ordularına katılmıştır. Tehcir sırasında, Adana’dan ayrılırken Kürt ve Çeçen eşkıyalar tarafından soyulduklarından bahsetmiştir. Tehcir kapsamında yerleşmeye gittikleri Resuleyn’de (Günümüz Suriye), Çeçenler tarafından bölgeden gitmeye zorlanmışlar ve bazıları da katledilmiştir. Kırkyaşaryan Çeçenleri şu şekilde anlatmıştır:
“Nihayet emir. Bu itaat etmeyenin kılıç boynunda. Bunlar Çerkez, Türk’de vardır biraz Allah korkusu, lakin bunlarda merhamet yoktur.”
Dönemin savaş ortamı, iç güvenliği sağlamanın mümkün olmayışı çetecilik faaliyetlerinin artmasına, bunun sonucu yağma, talan ve cinayetlerin yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Tehcir öncesi Ermeni çetelerin tutumu gibi, tehcir sırasında da Çeçen, Arap, Kürt, Zaza çeteleri; yağmacılık faaliyetlerini arttırmış ve merhametsiz hareketlerde bulunmuştur. Osmanlı Devleti, imkânlar ölçüsünde önlem almaya çalışmış ise de, dünya savaşında cephelere dahi asker takviyesi yetişmezken; iskân ettirilen halkın güvenliğine takviyelerin yetişmesi oldukça olanaksızdır. Ayrıca, ekonomik olarak zor günlerden geçen Osmanlı devleti, nasıl cephedeki askerine, türk halkına yemek yetiştiremiyorsa, Ermenilere de aynı şekilde. Yetiştiremez vaziyettedir. Bu hususlar zamanın karanlık şartlarının neticesidir. Burada bir etnik düşmanlık ve soykırımdan bahsedilemez.
Pek çok Türk vatandaşı gibi pek çok Ermeni vatandaşı da ölmüştür. Bunlardan bazıları isyan sırasında karşılıklı çatışmalarda, bazıları iskân zamanı yayılan salgın hastalıklar neticesinde, bazıları açlıktan bitap düşerek, bazıları çete ve haydutlarca linç edilerek ölmüştür. Ancak vurguladığımız gibi, bu ölümleri soykırım olarak nitelendirmek mümkün değildir. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu tarz propagandaların amacı, esasen maddi çıkar elde etmeye dayanmaktadır. Nitekim, vatandaşların özel mülkiyet taleplerini saymazsak dahi, yalnızca Ermeni kilisesi uğradığı zararı günümüz enflasyonu ile yaklaşık 550 milyar dolar belirlemiş ve bu konuda taleplerde bulunmuş/bulunmaktadır. Vatandaşların şahsi haklarının ise yaklaşık 350 milyar dolar olduğuna ilişkin taleplerde bulunulmuştur. Bu talepler ilk olarak Paris Barış Konferansı’nda dile getirilse de, günümüzde de devam etmektedir.
Dünya Savaşı Sonrası Durum
1918 sonlarında, tehcire sebebiyet veren risklerin ortadan kalktığı, bilhassa Bolşevik devrimi neticesinde Ruslar çekilmek zorunda kaldığı için tehcir edilen Ermeni’lerin geri çağırılması gündeme gelmiştir. Batı kamuoyundaki kötü intibanın da düzeltilmesi amaçlanmış ve bu doğrultuda Ermenilerin geri dönüşleri yönünde karar alınmıştır. Esasen düzelme emareleri 1918 ortalarında başlamıştır. Kafkas savaşlarının bitmesi ve tüm devletlerin savaştan yorgun ve bıkkın olması uzlaşmacı tutum izlenmesinin önünü açmıştır.
İlk Ermenistan Başbakanı Hovhannes Kachaznuni, Osmanlı ile tekrar dostluk kurulması gerektiği inancına girmiştir. Bu bağlamda Avetis Alaronian başkanlığındaki Ermeni delegasyonu Haziran 1918’de İstanbul’u ziyarete gelmiştir. Ziyaret sırasında Delegeler ile Osmanlı arasında bir barış öngörüşmüş ve bu bağlamda 4 Haziran 1918 tarihli bir barış antlaşması imzalanmıştır. Sadrazam Talat Paşa Ermenilerin tekrar memleketlerine dönmesi konusuna söz vermiş ve ilerleyen süreçte bu konuda kararlar almıştır.
Tehcir edilen Ermenilerin geri dönmesi ve iskânı hakkında kararlar alınmış, hükümet seferberlik bütçesi bu kararların finansmanı olarak kullanılmıştır. Bu husus, Osmanlı’nın savaş sonrası sayısız sorunu varken bu sorunu öncelik yaptığını ve üstünde titrediğini göstermektedir. Ayrıca Sözde Ermeni Soykırımından yalnızca 4-5 yıl geçmesine rağmen, soykırım gündeme bile gelmemiş, barışçıl ortam hüküm sürmüştür. O dönemin Ermenistan hükümet görevlileri, iddia edildiği gibi Soykırım yapılsaydı eğer, barışçıl ziyaretlerde bulunarak barış antlaşması imzalamaya çalışır mıydı?
Ermeni’lerin geri gelmesi ve iskânı süreci, iyi niyetli olsa da uygulanabilirliği pek olmayan bir süreçti. Zira, Osmanlı’nın kaybettiği bölgelerden zorla yollanan Türkler memlekete dönmüş, o dönemde Ermeniler de hali hazırda tehcir edildiği için o bölgelere yerleştirilmiştir. Buna rağmen pek çok Türk, Ermenilerin gelmesi sebebiyle yıllarca yaşadıkları evlerinden çıkartılarak, evler Ermenilere teslim edilmiştir. (Bunun neticesinde, o dönemki evsiz müslüman sayısı 100.000’i aşmıştır.)
Geri dönen Ermenilere, hayata tekrar alışmaları için maddi yardımlar yapılıyor, istihdam sağlanıyor, evi zarar görenlerin evi onarılıyor veya yeni ev yapılıyor, ekonomik olarak toparlanmaları için vergi muafiyetleri getiriliyor, tıbbi yardımlar yapılıyor, çiftçi olanlara Zirai araç ve gübre temin ediliyordu. Devlet tarafından uygulanan bu politikaların yanı sıra, Halk ve STK’lar (Başta Hilal-i Ahmar olmak üzere) yardımlarda bulunuyor, itilaf devletleri yardım ediyor ve zengin Ermeniler de yardımlarda bulunuyordu.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu dönemlerde, Ermeni vatandaşlar derin acılar yaşadılar. O dönemin zorlu koşulları altında, pek çok kişi sevdiklerini kaybetti ve büyük zorluklarla mücadele etti. Ancak, bu trajedilerde Osmanlı İmparatorluğu'nun rolü genellikle yanlış anlaşılmıştır. Dünya Savaşı'nın vahşi gerçekleri, İtilaf Devletlerinin bencil ve vicdansız politikaları, olayların bu denli trajik bir hal almasında başlıca etkenlerdir. Ayrıca, çeteler, ayrılıkçı Ermeni örgütleri, genel sağlık sorunları ve yaygın yoksulluk gibi faktörler de bu zor zamanlarda önemli rol oynamıştır. Bu tür karanlık zamanlarda yaşamını yitiren tüm masum insanları anıyor ve böylesine trajedilerin insanlık tarihinde bir daha yaşanmamasını diliyoruz.
Yorumlar